Türkiye'nin Büyüyen Dış Politika Amaçları
Türkiye’nin coğrafyası ve NATO’ya üyeliği ülkenin uzun zamandır uluslararası politikada etkili bir sese sahip olmasına sebep olmuştur. Ama Erdoğan’ın izlediği iddialı politikalar Türkiye’nin dış politikadaki rolünü karmaşıklaştırmıştır.
TÜRKİYE’NİN BÜYÜYEN DIŞ POLİTİKA AMAÇLARI
Yazar: Ekin Siyahhan
Özet; |
GİRİŞ
1923’te kuruluşunun ardından Türkiye, modern ve seküler olma vizyonunun bir parçası olarak batıyla yakın ekonomik ve askeri bağlar içerisinde olmuştur. Ama son 20 yılda Recep Tayyip Erdoğan’ın yükselişiyle AKP, Türkiye’yi bağımsız bir etken yapma ve kendi çapında bir dünya gücü yaratma isteğinde olmuştur.
Geçtiğimiz yıllarda, Erdoğan’ın Libya ve Suriye’de askeri müdahaleye olan hevesi, Akdeniz’deki bölgesel hak iddiaları, Çin ve Rusya’yı lobilemesi Türkiye’nin müttefiklerini ve komşularını kızdırmasına sebep olmuştur. Bu davranışlar Türkiye’yi siyasal yalnızlığa itmiş, NATO’daki geleceğini belirsizliğe sokmuş ve Avrupa Birliği’ne katılma ihtimallerinin önünde engel oluşturmuştur. Şuan Ankara ekonomik bir krizle boğuşurken Erdoğan da bozulmuş ilişkileri büyük bölgesel güçlere yakınlaşarak tamir etmeye çalışmaktadır.
TÜRKİYE NEDEN ÖNEMLİ?
Türkiye; 600 yıl boyunca varlığını sürdürmüş, 3 kıtaya hakim olmuş ve bölge bölge Avrupa’da da hakimiyet kurduğu gibi İslam dünyasına hükmetmiş Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından oluşmuştur. Osmanlı’nın toprakları bin yılın büyük güçleri arasındaki çatışmalarına ve kaynaşmalarına şahit olmuştur. Bu çatışmalara batı-doğu çatışması, Hristiyanlık-İslam çatışması ve modernizm-geleneksellik çatışması örnek verilebilir. Bugün Türkiye bu etkileri yansıtıyor olsa da kendini, özerk milli bir kimliği olan bağımsız bir güç olarak tanımlamaktadır. Ülke, NATO’ya olan üyeliği ile ve Avrupa’yla yaptığı derinleşen ticari ilişkilerle batıyla yakın ilişki içerisinde olmuştur. Yine de demokratik açıdan gerilemesi, Rusya’yla yakın ilişkiler kurması vb. meseleler batıyla zıt düşmesine neden olmuştur.
Asya ve Avrupa’yı bağlayan coğrafi konumundan dolayı Türkiye; Kafkasya, Merkez Asya, Avrupa, Akdeniz ve Orta Doğu’da etki alanına sahiptir. 1936 Möntro Antlaşmasıyla, Ankara uzun zamandır tartışılan boğazların kontrol hakkına sahip olmuştur. Karadeniz ve Ege’yi bağlayan boğazlar, yüzlerce milyon kargo gemisinin geçişine imkân tanıması açısından önemlidir. Türkiye; NATO ve ABD askeri güçlerine de birkaç farklı üsle ev sahipliği yapmaktadır. ABD nükleer silahlarının bulunduğu İncirlik Hava Kuvvetleri Üssü, Orta Doğu’daki soğuk savaş sonrası çatışmalarda önemli bir rol oynamıştır. Bunun bir sonucu olarak, bölgeyi sarsan mülteci krizinde önemli bir transit noktası haline gelmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan şuan Türkiye’nin gücünü özellikle Orta Doğu’da arttırmayı hedeflemektedir. Bu bölgede etkisini azaltan ABD’nin boşluğunu doldurmayı ümit etmektedir.
TÜRKİYENİN DIŞ POLİTİKASI SÜREÇ İÇERİSİNDE NASIL DEĞİŞTİ?
Modern Türkiye’nin sınırları Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı yenilgisi sonrası belirlendi. Zaferi kazanmış itilaf devletlerinden özellikle İngiltere ve Fransa, bölgesel işgallere başlamış ve imparatorluğu Ermeniler, Yunanlar ve Kürtler arasında bölmeyi amaçlamıştır. Türk milliyetçileri, Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde bu önermeyi reddetmiş ve sonucunda 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulacağı bir bağımsızlık savaşı başlatmıştır. Kurucu başkan olan Atatürk, kapsamlı reformlarla kamusal alanı sekülerize etmiş ve modernleşme vizyonunu batı modelini baz alarak ilerletmiştir. Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” politikası Türkiye’nin bağımsızlığını savunurken eski işgalcileriyle bağ oluşturmak üzerine odaklanmaktaydı.
2. Dünya Savaşı süresince Türkiye nötr kalmış fakat müttefiklere yakın bir tutum sergilemiştir. Savaş sonrası dönemde de batıyla bağlarını iyice güçlendirmiştir. 1952’de NATO’ya katılmış ve Washington’un anti-komünist Truman Doktriniyle ABD finansal yardımı almaya başlamıştır. Bu yardımlar görevini Kemalizm’i korumak olan gören ve sekülerizmi, milliyetçiliği ve ekonomide devletin sık müdahalesini benimsemiş güçlü bir ordunun oluşumuna sebep olmuştur.
Buna rağmen, polarize olmuş toplumun içindeki sağ ve sol grupların arasındaki yıllarca süren şiddetli çatışmaların ardından, Türkiye Ordusu ülkenin politik bölünmesini tamir etmek için müdahale etmiştir. 1980’de, ordu ülkenin kuruluşundan itibaren 3. Darbeyi gerçekleştirmiştir. Bunun beraberinde toplumu yeniden islamize etme süreçleri başlamış ve zorunlu dini eğitim, devlet kontrollü cami açılışı gibi politikalarla geleneksel değerler tekrar önem kazanmıştır.
ERDOĞAN’NIN TÜRKİYE’NİN ULUSLARARASI ALANDAKİ ROLÜNE ETKİSİ NE?
Erdoğan ve partisi AKP, İslamcı kökleri olan muhafazakâr bir parti, politik dengesizlik ve ekonomik krizle geçen bir süreçten sonra 2002’de başa geldi. AKP, Türkiye’yi Avrupa çizgisine taşıyacak ekonomik ve politik reformlar gerçekleştirdi. Ülke ekonomisi 2001-2011 arasında %7.5 oranında genişledi. Dış politikada AKP’nin mottosu “komşularla problem yok” oldu ve Ankara da ticaret bağları oluşturarak, demokrasiyi cesaretlendirerek ve İslam kimliğine vurgu yaparak Türkiye’nin etki alanını artırmayı amaçladı.
2000’li yılların sonuna doğru ise AKP artık daha otoriterleşmişti. Medya kuruluşları üzerindeki kontrolü ele almaya başladı, muhalefeti ordudan temizledi, eleştirileri cezalandırmaya başladı ve protestoları bastırdı. 2016’da Erdoğan’ın Fetullah Gülen tarafından yönetildiğini iddia ettiği bir darbe girişimi oldu. Şimdi ABD’de yaşayan din adamı Gülen, aslında yakın zamanda Erdoğan ile müttefikti. Sonraki sene gerçekleştirdiği referandumla Erdoğan ülkenin parlamenter sistemini başkanlık sistemiyle değiştirdi. Bu değişiklikle birçok büyük değişimle beraber başbakanlığı ortadan kaldırdı ve kendini ülkenin tek gücü ilan etti.
Erdoğan dış politikada da Türkiye’nin askeri ve diplomatik ayak izini genişletecek iddialı bir çizgi benimsedi. Bugüne kadar Türkiye; Azerbaycan, Irak, Libya ve Suriye’yi de içinde bulunduran ülkelere askeri müdahalelerde bulundu, Etiyopya ve Ukrayna gibi partnerlere drone sağladı ve yurtdışında İslamcı okullar açtı.
KÜRTLERLE OLAN İLİŞKİLER NASIL BİR SEYİR İZLEDİ?
Sadece Türkiye değil, İran, Irak ve Suriye’de de bulunan, çoğunluklu olarak Müslüman bir etnik grup olan Kürtler; CFR’dan Henri J. Barkey’in deyimiyle Ankara’nın “ana güvenlik endişesi”ni oluşturuyor. Ülkenin beşte birini oluşturan Kürtler zaman zaman bağımsızlık istemleriyle Ankara’daki korkuları büyüttü. Türkiye, 1980’lerden beri Kürt bir devlet yaratmak isteyen Kürdistan İşçi Partisi (PKK)’ne karşı savaş açtı. Bu çatışma on binlerce insanın ölümüne yol açtı. Yine de birinci körfez savaşında binlerce Irak Kürdü Türkiye’ye kaçtı ve Ankara bağımsızlık taleplerine destek vermese de Irak’taki yarı özerk Kürdistan Bölgesel Hükümetleri ile dostane ilişkiler içerisinde oldu.
Erdoğan hükümeti başta Kürtler için daha fazla sosyal ve politik hakları destekledi fakat bu olay özellikle AKP koalisyonundaki ultra milliyetçi kesimden dolayı geri tepti. PKK ile 2012’de başlayan barış görüşmeleri çöküşe uğradı ve şuan Erdoğan 2023 seçimlerinden önce ülkedeki Kürt muhalefet partisini kapatmayı amaçlıyor. Bazı gözlemciler bu yöndeki bir davranışın daha fazla Kürdün politikadan uzaklaşıp silahlı mücadeleye yakınlaşmasıyla sonuçlanacağından endişeleniyor.
Kürt milliyetçiliğine karşı duyduğu korku, Erdoğan’ın Suriye sivil savaşındaki müdahaleci politikalarını şekillendirdi. 2016’tan beri Kürt güçlerini ülkelerin paylaşılan sınırlarından uzaklaştırmak, bölgedeki hakimiyetlerini sağlamlaştırmalarını önlemek adına Kuzey Suriye’nin bazı kısımlarını işgal etti.
BÖLGESEL BAŞKA NASIL SORUNLAR VAR?
AKP’nin “komşularla sıfır problem” mottosu zaman zaman bölgede artan gerginliklerle boşa çıktı.
İlk olarak Akdeniz. Kıbrıs ve Yunanistan’la olan problemler uzun süredir devam ediyor. Yunanistan bağımsızlığını Osmanlı’dan koparak kazandı, bu süreci takip eden yıllar da ise birçok kez Atina ile Ankara savaşın eşiğine geldi. 1974’te Türkiye, Yunanistan’ın adayı kendi topraklarına katacağı korkusuyla Kıbrıs’ın yarısını işgal etti. Kıbrıs’ta hala BM Barış Gücü bulunmaktadır. Türkiye Doğu Akdeniz’de hak iddialarını genişleterek devam ettirmekte. Bu bölgeden petrol ve gaz elde etme amacında olan Türkiye, bu iddialarıyla AB ve bazı NATO üyeleriyle olan ilişkilerinde gerilime sebep oluyor. Ankara’nın bu enerji kaynakları sevdası, uluslararası alanda tanınan Libya’nın Ankara’nın iddialarını desteklemesi sonrası Türkiye’nin Libya’nın sivil savaşına askeri müdahalede bulunmasıyla sonuçlandı.
İkincisi ise Quartet. Türkiye’nin Bahreyn, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (resmi olmayan Quartet adı altındaki gruplaşma) ile ilişkileri 2011’de Arap Baharı sırasında Ankara’nın Müslüman Kardeşler’i desteklemesi sonucunda yıprandı. 2018’de Suudi ajanların İstanbul’da gazeteci Jamal Khashoggi’yi öldürmesi sonucu ilişkiler daha da kötüleşti ve Ankara, Riyadh’ın azılı rakiplerinden olan Tahran’la ticari ilişkileri derinleştirdi. Ama Türkiye’de ülke içi ekonomik durum kötüleştikçe Erdoğan politika değiştirdi ve bu ülkelerle ilişkileri geliştirme çabalarında bulundu. Bu yaklaşım Türkiye’nin siyasi yalnızlığını yıkmayı ve Arap yatırımcıları ülkeye çekmeyi hedef alıyor.
Üçüncüsü ise İsrail. Türkiye, Yahudi İsrail devletini tanıyan Müslüman çoğunluklu popülasyona sahip ilk ülke olmuştu ve 90’ların sonuyla 2000’lerin başlarında iki ülke arasındaki ilişkiler oldukça sıkıydı. Ama Erdoğan ileriki yıllarda çeşitli Hamas üyelerini ağırlayarak, antisemitik görüşlerin etki alanını artırmaya çalışarak ve kendini Filistin milliyetçiliğinin savunucusu olarak konumlandırarak iki ülke arasındaki ilişkileri gerdi.
Son olarak da Ermenistan. 1. Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı İmparatorluğu çoğunlukla Hristiyan olan ve devlete bir tehdit olarak görülen 1.5 milyonu aşkın Ermeni’yi öldürdü ve birçoğunu da sınır dışı etti. Türkiye bu olayın bir soykırım olduğunu ısrarla reddederek ABD ve diğerlerini lobiliyor. İki ülke arasındaki gerilim çok ısrarcı. Öyle ki Türkiye dostu Azerbaycan’ı Ermenistan’la girdiği Dağlık Karabağ bölgesi çatışmada destekledi.
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ NASIL İLERLEDİ?
Türkiye Soğuk Savaş süresince Avrupa Ekonomik Topluluğu, bir insan hakları organizasyonu olan Avrupa Konseyi gibi Avrupa enstitülerine katılarak tarafını batıdan yana çizdi. Avrupa Ekonomik Topluluğu üyeliği Avrupa-Türkiye gümrük birliğinin oluşmasına sebep oldu ve emtiaların serbest dolaşımı başladı. Milyonlarca Türk başta Almanya olmak üzere Avrupa’ya misafir işçi olarak göç etti.
Türkiye’nin en büyük ticari ve yatırımcı partneri olan Avrupa Birliği’ne katılma umudu, AKP’nin ilk dönemlerdeki politikalarının şekillenmesinde etki eden en önemli yapıtaşlarından biriydi. Resmi görüşmeler 2005’te başladı, fakat AB üyeleri itirazı, Türkiye’nin demokratik gerilemesi ve basın, azınlıklar, muhalefet, LGBT üzerinde oluşturduğu baskılar gibi nedenlerle görüşmeler durdu. Ayrıca, Ankara demokrasi yanlısı aktivist ve Kürt hakları savunucusu Osman Kavala tutuklandığı için Avrupa Konseyi tarafından yaptırımlara maruz bırakılmaktadır.
Mülteci krizi, Avrupa-Türkiye ilişkilerini daha da gerdi. Ankara mülteci popülasyonu arttıkça -2021’deki en yüksek mülteci sayısı- bu durumu Brüksel üzerinde kullanmaya başladı. 2016’da, Avrupa’ya Türkiye üzerinden ulaşan sığınmacıların sayısı kabardıktan sonra, Ankara artırılmış finansal destek karşılığında sığınmacıların Avrupa’ya geçişini engelleyeceğini açıkladı. Buna rağmen Türkiye, bazı olaylar karşılığında Avrupa’dan gelen eleştiriler üzerine Avrupa’yı “sınırları açmak”la tehdit ediyor.
ABD-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ NASIL İLERLEDİ?
Soğuk Savaş sırasınca Sovyetler Birliği’ne karşı birlik içinde olmak, NATO üyeleri arasındaki sorunları gölgeledi. Bu sorunlar, Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgalini ve Ermeni soykırımını reddetmesini gibi olayları da içeriyordu. Fakat Sovyetler Birliği yıkılınca ortak düşman yok oldu ve bu ülkeler birbirinden uzaklaştı. CFR’dan A. Cook’un dediğine göre, Washington’ın çıkarları artık çok az Türkiye üzerinden geçiyor ve Washington kendine alternatif askeri üsler arıyor.
Cook ve diğerleri Ankara’nın ABD’nin düşmanlarıyla yakınlığına dikkat çekiyor. Bunlardan biri de İran. Washington’un iddiasına göre bir Türkiye devleti bankası olan Halkbank, ABD’nin Tehran’a yaptığı ekonomik yaptırımları engellemeye çalıştı. Suriye Savaşı ilişkileri daha da zorladı. ABD güçleri bölgele PKK ile ilişkili Kürt gruplarıyla iş birliği yaparak Erdoğan’ı kızdırdı. Muhtemelen Türkiye’nin ABD ile ilgili şikayetlerinin başında da ABD ve NATO’nun 2016’daki darbe girişimini desteklediği iddiası geliyor. Ankara sürekli darbe girişiminin beyni olduğunu iddia ettiği Gülen’i Washington’un iade etmeyi reddettiğini dile getiriyor. Fakat çoğu bağımsız uzman, bu konuya oldukça şüpheci yaklaşıyor.
2019’da Türkiye, ABD’nin uyarılarına meydan okudu ve Rusya’nın NATO sistemleriyle uyumsuz olan S-400 füze savunma sistemlerini satın aldı. Ankara ABD’nin Patriot sistemini kullanmak istemediğini ve hava savunmasını artırması gerektiğini öne sürdü. Bu hamle Türkiye’ye yaptırımlara mal oldu ve Türkiye’nin ABD’nin F-35 savaş jeti programından çıkarılmasına sebep oldu. Washington S-400’leri koruyan ve sürdüren Rus teknisyenlerin jetin stealth olanaklarına ulaşabildiği konusunda ısrarcı oldu. CFR’dan Max Boot gibi bazı uzmanlar, bu olayın Türkiye’nin bir NATO ve ABD partneri olarak güvenilmezliğini ortaya koyduğunu söylüyor.
Bütün bu olanların yanı sıra, Erdoğan insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü önemsizleştiren Başkan Donald Trump’la sevimli bir ilişkinin keyfini sürdü. Tam tersine, Başkan Joe Biden ise Ankara’yı bir mesafede tuttu. 2021’de Erdoğan’ı Demokrasi Zirvesi’nin dışında tuttu ve resmi olarak Ermeni soykırımına atıfta bulundu. Ama Türkiye’nin Rusya karşısında Ukrayna’ya olan desteği hesapları değiştirdi: Biden yönetimi ABD çıkarları ve NATO birliğinin önemi söylemiyle Ankara’ya F-16 ve başka donanımları satmaya hevesli olduğunu belirtti. Washington’daki bu değişiklik Ankara’nın Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girme teklifinin reddi yönündeki kararı değiştirmesinin ardından yaşandı. Bu red kararı, ikili arasındaki ilişkiyi daha da germeye itiyordu.
TÜRKİYE ESKİDEN GELEN BAĞLARI HARİCİNDE NASIL GENİŞLİYOR?
Batıyla gerilim sürdükçe Türkiye kendine yeni partnerler keşfediyor, bu partnerler özellikle Çin ve Rusya. Ankara, Pekin’le olan bağlar iyice güçlendirdi. Çin, Türkiye’nin 2021’deki en büyük ithalat partneri oldu. 2015’te Türkiye “Bir kuşak, bir yol” projesine katılarak nükleer enerji ve kömür santralleri gibi altyapı projeleri için kendine batıya karşı alternatif yarattı. Çin’den gelecek yabancı yatırımın önü açıldı. Çin 2016’tan beri Türkiye’ye milyarlarca dolar borç ve nakit akışı sağladı ve on milyonlarca Covid-19 aşı dozu yolladı. Bu sırada Türkiye ise Çin’in Türk kökenli Müslüman azınlık grubu Uygurları baskılamasını görmezden geliyor. 2009’da Erdoğan, Çin’in Uygurlara davranışını “soykırım” olarak yorumlamıştı fakat o tarihten itibaren Ankara bu olayın bir daha konusunu açmadı.
Rusya’yla olan ilişkiler de bir o kadar karışık. S-400 füze sistemlerine ek olarak, Ankara ve Moskova TürkAkım doğalgaz boru hattı ve Türkiye’nin ilk nükleer enerji santrali gibi altyapı projelerinde iş birliği yapıyor. Ayrıca Türkiye, Rusya’dan ithal ettiği enerjiye bağımlı durumda. Yine de iki ülke güncel çatışmalarda zıt taraflara düştü. Libya ve Suriye’deki sivil savaşlarla 2020’deki Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki çatışma buna örnek verilebilir. 2022’de Türkiye başta Ukrayna’ya droneler sağlayacağı bir antlaşmanın dışında Rusya-Ukrayna savaşına tarafsız kalmaya çalıştı fakat sonrasında BM’de Rusya’nın işgalci olduğu doğrultusundaki oyu destekledi. Türkiye sonrasında boğazlardan savaş gemilerinin geçişini yasakladı ve Suriye sınırındaki Rus uçaklarının kendi havasahasından geçişini engelledi. Yine de Ankara, enerji ihtiyacı yüzünden yaptırımlar konusunda batıyla ters düşüyor.
Bazı uzmanlar, Türkiye’nin bu ilişkileri batıdan kaçınmak için geliştirmediğini öne sürüyor. Avrupa Konseyi Dış İlişkilerinden Aslı Aydıntaşbaş “Türkiye’nin yeni dış politikası Çin ve Rusya tarafına yakınlaşmak olarak değil de “en büyük güç” rekabetiyle bir başa çıkma yöntemi, her iki tarafa da elini uzatmak olarak en doğru yorumlanır.” diyor. Ek olarak Barkey’in dediğine göre Erdoğan, Türkiye’nin batılı müttefikleriyle olan bağını ülkenin bir dünya gücü olma isteğini gerçekleştirme yolunda anahtar bir unsur olarak görüyor.
TÜRKİYENİN GELECEĞİNİ ERDOĞAN NASIL TASAVVUR EDİYOR?
2023’te planlanan seçimler ve Türkiye’nin gittikçe kötüleşen ekonomisi, çoğu gözlemciyi kendi tabanını canlandırması için AKP’nin milliyetçi ideolojiyi iyice benimseyeceği düşüncesine itiyor. Erdoğan ayrıca Müslüman Dünyasının temsilcisi olarak ve sürekli “Dünya 5’ten büyüktür”e vurgu yaparak Türkiye’nin uluslararası alandaki statüsünü yükseltmeyi amaçlıyor. Vizyonunun bir parçası olarak da Türkiye özellikle Afrika’da İslami hukuka sıcak yaklaşıyor.
Barkey, Erdoğan’ın denetimsiz otoritesinin Türkiye için çok tehlikeli olabileceğini söylüyor. “Erdoğan bir çeşit yankı odasında yaşıyor” diyor. “Yakın gelecekte bu hızlı işleyen fakat ciddi potansiyelli hatalara yatkın bir yargı sistemi oluşturacak. Bu hatalar günlük hayattaki hatalar gibi olacak. Uzun dönem sonuçlarını ise şu aşamada öngörmek güç.”.”