Neden Tek Bir Kişi Türkiye’nin Ekonomisini Mahvedebilir? Cover Image
'nın profil görseli
3H
9/23/2022

Neden Tek Bir Kişi Türkiye’nin Ekonomisini Mahvedebilir?

Erdoğan, başkanlık sistemini güçlendirerek Türk siyasetini parçaladı mı – yoksa siyaset çoktan parçalanmış mıydı?


Yazar: Steven A. Cook

⁠Çeviren: Utku Kutbay


⁠1980'ler ve 1990'larda Latin Amerika ve Doğu Avrupa'daki demokratikleşme dalgalarıyla birlikte sosyal bilimciler, siyaset biliminde uzun süredir devam eden bir tartışmayı test etme imkânı buldu: Demokrasilerin sürdürülmesinde hangi sistem daha üstündür, başkanlık sistemi mi yoksa parlamenter sistem mi? Yale Üniversitesi profesörü Juan Linz, 1985’ten itibaren parlamenter sistemin çok daha iyi olduğunu iddia etti. Bunun üzerine akademik tartışmalar başladı ve yapılan araştırmalar parlamenter sistem için varsayılan durumun Linz’in iddia ettiği kadar mutlak olmadığını gösterdi. Konum, kültür, ekonomik kalkınma ve tarih gibi önemli faktörler parlamenter sistemlerin göreceli başarısına katkıda bulunmaktadır. Aynı araştırma başkanlık sistemlerinin daha iyi uygulandığı alanları vurgulamıştır.


Bu konuyu yüksek lisans seminerlerine özlem duyduğum için değil (bazen özlem duysam da), Türk siyasetçiler şu sıralar "kurumsal tasarım" konusunu tartıştıkları için gündeme getiriyorum. Son anketler iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın popülaritesinin azaldığını gösterirken, muhalefet liderleri Türk seçmenlerin 2023'te yeni bir cumhurbaşkanı seçmeleri halinde, ülkeyi 2017'den önceki parlamenter sisteme, yani parlamento-başkanlık karma sistemine geri döndüreceklerini vaat ediyorlar. Erdoğan ve partisi ise statükoyu korumak istiyor ve başkanlık sisteminin Türkiye için daha iyi bir seçenek olduğunu savunuyor.


Peki kim haklı? Hiçbiri. Türkiye yönetilemez olduğu için değil, her iki sistem de demokrasiyi sürdüremediği ve her ikisi de iyi yönetişim sağlamada özellikle başarılı olamadığı için.


Yıllarca Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dile getirdikten ve görev süresi sınırlamalarıyla karşı karşıya kaldıktan sonra Erdoğan, 2017 baharında cumhurbaşkanı olarak yürütme yetkisini kullanmasına izin verecek anayasa değişikliklerini tasarladı. Değişikliklerden önce Türkiye'de cumhurbaşkanının kanunları yayımlama, kararnameleri imzalama ve hükümeti kuracak siyasi liderleri seçme gibi sınırlı ancak yine de önemli yetkileri vardı. AKP'nin anayasa değişiklikleri cumhurbaşkanının yetkilerini artırmıştır. Başbakanlık makamı lağvedilmiş ve yeni yürütme organı olan cumhurbaşkanlığına, yargıçları ve bürokrasinin üst düzey üyelerini parlamentoya danışmadan atama yetkisi verilmiştir. Bu durum Erdoğan'a yargı ve bürokrasiyi yandaşlarıyla doldurma, hukuki kararların kendi istediği gibi çıkmasını ve devlet kaynaklarının AKP önceliklerine yönlendirilmesini sağlama fırsatı verdi. Değişiklikler ayrıca cumhurbaşkanına silahlı kuvvetler üzerinde daha fazla kontrol yetkisi verdi. Ayrıca, başkan ve çoğunluk aynı partiden olduğunda parlamento denetimini gereksiz kılan bir hüküm de vardı. Daha da az sayıda denetim ve denge unsuru ile Erdoğan gündemini uygun gördüğü şekilde yürütmekte özgürdü.


Bu kurumsal değişimin sonucu olumlu olmaktan uzak olmuştur. Türkiye'nin sorunlarının birçoğu başkanlık sistemine geçilmeden önce başlamış olsa da bu sorunların birçoğu icracı cumhurbaşkanlığının gelişiyle daha da kötüleşmiştir. Türkiye yolsuzluklarla boğuşuyor, para birimi yıllarca devalüasyon yaşadı ve cumhurbaşkanının yakın çevresi dalkavuklardan ve aile üyelerinden oluşuyor. Konuyla ilgili bir örnek olarak; Yeni Merkez Bankası başkanının göreve getirdiği temel nitelik, Maliye ve Hazine Bakanı olarak görev yaptığı dönem felaketle sonuçlanan Cumhurbaşkanı'nın damadı Berat Albayrak ile olan ilişkisi. Bu koşullar altında, diğer kesimler de saray siyaseti ile ilgili en son spekülasyonlara girmeye mecbur kalıyor. Elbette ki durumu abartmak kolaydır. Erdoğan, Türk siyasetindeki tek aktör değil ve uzun süredir geniş ve canlı bir seçmen kitlesine sahip, ancak şüphesiz baş aktör o.


Ayrıca, Türkiye'nin dünyanın önde gelen gazeteci hapishanelerinden biri olmaya devam ettiğini ve büyük çoğunluğu hükümetin iddia ettiği gibi terörist, terör destekçisi ya da darbeci olmayan on binlerce insanı tasfiye ettiğini, hapsettiğini ya da sürgüne zorladığını tekrarlamakta fayda var. Türkiye'nin LGBT topluluğu saldırı altında ve hükümet kadınları korumayı amaçlayan uluslararası anlaşmalardan çekildi. Bu iyi bir yönetişim sicili değil, ancak bazı analistler ve gazeteciler Türkiye'nin "kusurlu bir demokrasi" olduğu konusunda ısrar etmeye devam ediyor. Argümanları, AKP'nin, partinin adayı eski Başbakan Binali Yıldırım'ın kaybettiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yarışını -şüpheli bir yasallıkla- zorla tekrarlattığı 2019 yerel seçimlerine dayanıyor. Bu yarışın galibi Ekrem İmamoğlu, tekrarlanan seçimde daha büyük bir farkla galip geldi. Bu, İstanbulluların ve oy verme fikrini içselleştirmiş Türklerin bir kanıtıdır, ancak Türk siyasetinin kalitesi hakkında sadece biraz bilgi vermektedir. Erdoğan, parlamento ve Türk devletinin mücbir aygıtları üzerindeki kontrolü sayesinde 2019'daki hatanın tekrarlanmayacağından emin olacaktır. Savcılar Halkların Demokratik Partisi'nin kapatılması için dava açarken, AKP'nin bir kez daha parlamento çoğunluğunu elde etmesine yardımcı olacak yeni bir zaferin zeminini şimdiden hazırladı.


Bu koşullar altında, siyasi muhalefetin parlamentarizme dönüş çağrısı yapma stratejisini ve bunun Türklere yönelik görünür cazibesini anlamak kolaydır. Erdoğan'ın muhalifleri geleceğe dönme çabalarında esasen Linz'in ileri sürdüğü argümanı benimsemiş durumdalar: Parlamenter sistemler uzlaşmaya zorlar, hükümet üzerinde daha fazla denetim sağlar ve Erdoğan döneminin sultan benzeri aşırılıklarına karşı koruma sağlar. Cumhuriyet Halk Partisi'ni yöneten ve 2017 öncesi sisteme dönüşle en yakından ilişkilendirilen kişi olan Kemal Kılıçdaroğlu, Türk seçmenlerin çoğunun 1990'ları hatırlamadığı gerçeğine güveniyor olmalı. 1991-2002 yıllarını kapsayan yedi farklı koalisyon hükümetinin çoğunlukla yolsuzluk, kötü ekonomi politikaları ve çekingenlikleriyle öne çıktığı bir on yıldı. 1997 yılında Türkiye'nin askeri komutanları, ülkenin İslamcılar liderliğindeki ilk hükümet denemesini, sokaklarda tankların ve askerlerin konuşlandırılmasını gerektirmediği için genellikle "boş" darbe olarak adlandırılan bir operasyon ile yıktılar. Sonraki hükümetler çoğunlukla işlevsiz olduklarını kanıtladılar ve 2000-2001 yıllarında Türk liderler ülkeyi, AKP'nin Kasım 2002'deki ilk seçim zaferine yol açan bir mali krize sürüklediler.


Yine de Türk parlamentarizmi o kadar da kötü değildi. AKP'nin 2002 yılında parlamentoda çoğunluğu elde etmesiyle kurulan hükümetler, bir önceki koalisyonun kabul ettiği IMF programına bağlı kalmaya istekli olduklarını kanıtlayarak bir ekonomik büyüme dönemine olanak sağlamışlardır. Ayrıca, Avrupa Birliği'ni Türk hükümetini üyelik müzakerelerine başlamaya davet etmeye zorlayan bir dizi siyasi reform gerçekleştirdiler. Yine de AKP ve Erdoğan'ın muhalefeti bölme, fethetme ve ezme çabaları parlamenter sistem altında başladı. Türkiye çok sayıda gazeteciyi hapse attı ve AKP, Erdoğan'ın otoriterleşmesinden ve başkanlık sistemine geçilmesinden önce muhalifleri terörist olmakla suçladı.


Kılıçdaroğlu ve Türkiye'deki diğer parlamentarizm savunucuları, 2023'te Recep Tayyip Erdoğan dışında birinin cumhurbaşkanı seçilmesi halinde -siyasi oyunun mevcut kuralları çerçevesinde- yeni Türk liderin yürütme gücüne sahip cumhurbaşkanlığından vazgeçeceğinden emin görünüyor. Bu yersiz görünüyor. Gücün cazibesi güçlüdür, başkanlık sistemleri değişime dirençli olma eğilimindedir ve bir başkanlık sisteminin demokrasiyi sürdürmesi ve iyi yönetişim üretmesi için liderlerinin belirli temel demokratik norm ve ilkeleri benimsemesi, içselleştirmesi ve bunlara uygun olarak yönetmesi gerekir. Belki İYİ Parti'den Meral Akşener ya da Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş -ya da İstanbul'daki mevkidaşı İmamoğlu- bunu yapabilir. Eğer bu şekilde olursa, bu iyi bir haber. Bu şartlar altında Türkiye, halkı hangi sistemi seçerse seçsin muhtemelen daha iyi durumda olacaktır.


https://www.cfr.org/article/why-one-man-can-ruin-turkeys-economy-0

Benzer Yazılar

Bu yazıları da beğeneceğini düşünüyoruz.
Kapak görseli Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Türkiye Nerede Duruyor?

Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Türkiye Nerede Duruyor?

11/26/2021
Bu savaş bu bağları etkilediği ve enerji fiyatlarını artırdığı ölçüde, halihazırda yüzde 50'nin üzerinde enflasyon yaşayan Türk ekonomisi de bunun yansımalarını hissedecektir.
Devamını oku
Kapak görseli LİBERAL DÜNYA DÜZENİ, HUZUR İÇİNDE UYU

LİBERAL DÜNYA DÜZENİ, HUZUR İÇİNDE UYU

9/23/2022
Bu eserin orijinal hali Project Syndicate tarafından yayınlanmıştır.
Devamını oku
Kapak görseli Türkiye'nin Büyüyen Dış Politika Amaçları

Türkiye'nin Büyüyen Dış Politika Amaçları

9/23/2022
Türkiye’nin coğrafyası ve NATO’ya üyeliği ülkenin uzun zamandır uluslararası politikada etkili bir sese sahip olmasına sebep olmuştur. Ama Erdoğan’ın izlediği iddialı politikalar Türkiye’nin dış politikadaki rolünü karmaşıklaştırmıştır.
Devamını oku