Özgürlük, Hakikaten Özgürlük
Klişe ifadeyle, bireyler başka bireylerin özgürlüğüne zarar vermemek şartıyla istedikleri her şeyi yapmakta özgürdürler. Liberal gelenekte adına "zarar prensibi" denen bu anlayış birey özgürlüğünün merkezini oluşturur.
Bir liberal başörtüsü takma özgürlüğünü buna dayanarak savunur; çünkü başörtüsü bireyin bedenini ilgilendiren bir karardır ve başka bireylerin özgürlükleri bundan etkilenmez. Muhafazakarlar, İslamcılar ve Kemalistler, "Kuran'da başörtüsü var mıdır?" diye tartışadursun, liberaller için politik manada bu sorunun önemi yoktur.
Bir liberal yumurtalı saldırıya karşı çıkar; çünkü ifade özgürlüğü vazgeçilmez bir değerdir. İfade özgürlüğüne en çok ihtiyaç duyanlar, toplumda aykırı görüşleri dile getirenlerdir. Üniversitelerde ise, susturmalara bakılırsa, dile getirdikleri görüşler aykırı olmasa da, buna en çok ihtiyaç duyan konuşmacılar iktidar partisinin politikacılardır. Tamamen yanlış ve yalan dolu olsa da, tüm görüşlerin ifade edilmesine izin verilmelidir. Bu görüşlere, yine ifade özgürlüğü kanalıyla, nihai olarak korkusuzca meydan okunabilmelidir. Görüşler toplumun geneli tarafından kabul edilmeyebilir; ancak ifade edilmesi önünde hiçbir engel olmamalıdır. İfade özgürlüğü, açıkça şiddeti teşvik etmediği sürece kısıtlanamaz.
Hakaretler de ifade özgürlüğünün parçasıdır. Vatana, millete, Allah'a, anaya, bacıya, vs. karşı söylenen ve genel olarak hakaret olarak adlandırılan ifadeler, birilerinin canını sıkabilir, bazı duygularını harekete geçirebilir ve hatta kendilerinden geçmelerine neden olabilir. Ama onlar için kötü bir haber var: bireyler başka bireylerin özgürlüğüne zarar vermemek şartıyla istedikleri her şeyi yapmakta özgürdürler.
Başkasının özgürlüğü sizin sıkıntınız olabilir; ancak liberal toplumda bireyler alınmamayı ve hoşgörü göstermeyi öğrenir. Başörtüsü fikrini kabul etmeyebilirsiniz; ancak hoşgörü gösterirsiniz; çünkü, sözgelilimi, bikini fikrini kabul etmeyen başörtülü birey de sizin bikininize hoşgörü gösterir. Liberal toplumda tüm bireylerin hakkı korunmalıdır; çünkü her birey birbirinden bağımsız olarak kendileri hakkında karar verir.
Abbas Melih Altıncı, 28 Kasım'da kendi bedeni hakkında bir karar vermişti.
O gün de arama noktasında sıkı sıkıya aranınca, kendi deyimiyle tepesi attı: "Normal kıyafetimle gitmiştim. Bu kadar arama olunca canıma tak etti. Bilekliğinizi çıkarın, cüzdanınızdaki bozuk paraları da emanetçiye bırakın, dediler. Ona sinirlendim. Emanetçiye gidip tişörtümü ve montumu da bıraktım. Üzerimde pantolonum kaldı. ‘Sınava giremezsin', dedi bir polis. ‘YÖK Başkanı, ‘İstediğiniz kıyafetle girebilirsiniz' demişti. Sokmuyorsanız tutanak tutun' dedim.. Kılavuzda böyle bir düzenleme var mı, diye sordum. ‘Yok' dedi. Polis okul müdürüne çağırdı. Müdür ‘Seni sınava alacağız ama tutanak tutup YÖK'e bildireceğiz, sınavının geçerli olup olmadığına YÖK karar verecek, dediler. Tamam, dedim. Sınıfta 20 kişi vardı. Biraz garipsediler, hafif gülüşme oldu. Normal şekilde sınava devam ettim. Sınav sonuna kadar kaldım."
Ancak kararı bir kabahat sayıldı.
Altıncı, sınav çıkışında yarı tişört ve montunu almak üzere emanetçiye giderken polis durdurdu. Bornova İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde görevli polis memurları H.Ü. ve İ.B Altıncı'ya Kabahatler Kanunu'nun 36. maddesi gereği, genelde sarhoşlara uygulanan "Başkalarının huzur ve sükûnunu bozacak şekilde davranışlarda bulunmak" iddiasıyla 70 TL para cezası kesti. Altıncı tutanağa, "Tutanağa "Toplum huzurunu bozmadığımı düşündüğümden imzamı atmıyorum ve" diye not düştü. Altıncı, hak etmediğini düşündüğü para cezasını yargıya taşıyor.
Liberaller için kurbansız suç yoktur. Bir eylemin suç teşkil etmesi için bundan zarar görenin veya görecek olanın olması gerekir. Sınav salonuna üstü çıplak girmek özgürlük müdür? Kuşkusuz, evet. Tamamen çıplak girmek de öyle. Bunun hoşgörülmesi gerektiği tasvip edileceği anlamına gelmez. Toplumda aleni çıplaklığı kabul eden hiç kimsenin olmadığı hayali bir senaryoda da sonuç değişmez. Çıplaklık bir özgürlüktür. Atatürk, çağdaş uluslar gibi giyinmemiz gerektiğini söyleyebilir veya bir alim Müslümanların nasıl giyinmesi gerektiğini telkin edebilir. Böyle bir durumda liberaller, özgürlük fikrini hatırlamalıdır. "Kendi ve bedeni üzerinde," diye yazmıştı John Stuart Mill, "mutlak egemen sahibidir birey".
Abbas Melih Altıncı, özgürlüğü kamu otoritesi tarafından tehdit edilen bir bireydir. Yıllardır özgürlükleri gasp edilen başörtülüler gibi illiberal zihniyete kurban olmuştur ve liberaller buna karşı özgürlük fikrinin sesini yükseltmelidir.
13 Aralık 2010, Pazartesi.
kategorisine ait bu yazı toplam
3506 kere okunmuştur.
Bu yazıya
3 adet yorum yapılmış
22 Mayıs 2012, Salı. 11:43.
doğukan :
Yazınızın temel konusu gerçekten ciddi bir konu; özgürlük. İnsanca yaşam sürdürülebilmesi için oldukça ihtiyacımız olan olgu üzerine yazmışsınız. Yaşadığımız coğrafyada tüm toplumun temel ihtiyaçlarından birisi. 600'ün üzerinde üniversite öğrencisinin tutuklu olduğu bu topraklarda bir öğrenci olarak benimde fazlasıyla ihtiyaç duyduğum bir şey.
Üniversitelerde özgürlüğe en çok ihtiyacı olanların iktidar partisi politikacıları olduğunu söylemişsiniz. Baştan ironi yaptığınızı sandım fakat oldukça ciddiymişsiniz. Burada meselenin özü özgürlükten çok, taraf olmakla ilgili bir durum.
Yaşadığımız toplumdaki çelişkilerin yansımaları elbette üniversitelere de yansımakta. Zaten üniversiteleri toplumdaki üretim ilişkileri dışında ele almak başlı başına bir saçmalık olur. Ancak burada salt üniversiteleri ele alalım. Ve iktidar partisi yöneticilerinin üniversitelerde protesto edilmesini, onlara yumurta atılmasını tartışalım. Burada sorunu üniversiteye gelen masum bir bakan ve ona yumurta atan kendini bilmez öğrenciler olarak mı alacağız yoksa sürecin bütününü mü analiz edeceğiz? Yani daha en başında o yumurta atan öğrenciden zorla alınan har(a)ç parasını, o öğrenciye afiş astığı için o iktidarın atadığı rektör tarafından soruşturma açılmasını, o iktidara bağlı polislerin, rektörlüğe bağlı özel güvenlik elemanlarının gözleri önünde okula satırlarla giren faşistlerin o öğrenciye saldırmasını tartışacak mıyız yoksa "yumurta atılması özgürlüğün kısıtlanmasıdır" diyerek geçecek miyiz? Gerçekleştirilen protestoyu bir neden olarak mı yoksa bir sonuç olarak mı tartışacağız?
"Şiddetli denir asi ırmağa/ama kimse şiddetli demez/Onu sıkıştıran yatağına." B. Brecht.
Siz de yorum yapın